Hz. Üstâd’ın ilk talebelerinden Müküslü Hamza1 tarafından te’lîf edilmiş.. İlk Bedîüzzamân Târihçesi..
1918 sonlarına doğru.. İşârât-ül İ‘câz’a zeyl olarak neşredilmiş.. 1 ara-kapak sayfası, 1 boşuyla berâber 7 sahîfeden ibâret..
Kısalığından ötürü olsa gerek, müellifi; “Tercüme-i Hâl” olarak adlandırmış.
Bedîüzzamân araştırmacıları/yazarları için mürâcaat edilmesi gereken “ilk kaynak”..
İstifâdeye medâr olur ümîdiyle, aslî tertibe sâdık kalınarak yeniyazıya aktarıldı
Takdirlerinize..
Bilâl TUNÇ
[S.1, Kapak] Uzun bir zaman refâkatinde ve dersinde bulunan Hamza Efendi tarafından kaleme alınmışdır. Bedîüzzaman Saîd-i Kürdî’nin Tercüme-i Hâlinden Bir Hülâsadır [S.2, Boş] [S.3] Uzun bir zaman refâkatinde ve dersinde bulunan Hamza Efendi tarafından kaleme alınmışdır. Bedîüzzaman Saîd-i Kürdî’nin Tercüme-i Hâlinden Bir Hülâsadır Bedîüzzamân 1293 târîhinde, Bitlis vilâyeti, Hizan kazâsı İspa’rit (İspâirt) nâhiyesine tâbi‘ NURS karyesinde tevellüd etmişdir. Pederi, Mirzâ nâmında bir zâtdır. Dokuz sene hayât-ı tufûliyetini âşiyâne-i pederde imrâr etdikden sonra, tahsîle başlar. Büyük kardeşi Molla Abdullâh nezdinde üç sene kadar Kürdistân’da cârî olan usûl dâiresinde emsâli gibi Nahv ve Sarfın mebâdîsini “hallü’l-meâkid”e kadar mutavassıt bir derecede, ya‘nî İstanbul usûlünce “izhâr”ı tahsîl etdikden sonra birâderinden ayrılır. Kürdistân’da talebe-i ulûm istedikleri zaman, diledikleri hocanın nezdine gidib arzû etdikleri kitâbı tederrüs ederler. Ya‘nî talebe hocanın arzûsuna tâbi‘ olmayıb, bil‘akis hoca talebenin re’yine tâbi‘dir. Bedîüzzamân da bu usûle tâbi‘ olarak Siird’e azîmet eyledi. Siird’de Molla Fethullâh Medresesinde iki ay tahsîl ile meşgūl olduktan sonra Siird’i terkle Müküs’de [Bahçesaray] bulunan Medrese-i Emîr-il Hasan Velî’nin müderrisi olan Molla Abdulkerîm Efendi’nin nezdine giderek o zatdan iki ay kadar ahz-ı feyz etdikden sonra, Vastan’a [Gevaş] azîmet eyledi. Vastan’da tahsîl ile meşgūl olmayıb, yalnız bir ay kadar tebdîl-i havâ içün ikāmetden sonra Bâyezîd’e [Doğubayazıt] tevcîh-i hareket eyledi. İşte hakīkī tahsîlin[in] başlangıcı bu târîhden i‘tibâr olunur. Bâyezîd’de Şeyh Muhammed-i Celâlî nezdinde üç ay kadar tahsîl etmişdir. Fakat bu tahsîl, gāyet garîb görünüyor. Çünki, üç ay zarfında Kürdistân usûlüyle Molla Câmî’den ikmâl-i nüsah etdi: Ya‘nî her kitâbdan bir veyâ iki ders en nihâyet on ders kadar tederrüs, mütebâkīsini terk eyledi. Hocası Şeyh Muhammed Celâlî Hazretleri bu hâlden hoşlanmayarak i‘tirâzında bulunmuş ise de; Bedîüzzamân cevâbında: “Hocam!.. Bu kadar kitâbı, bu kadar ulûmu okuyub anlamak iktidârına mâlik değilim. Yalnız bu kitâblar neden bahsetdiklerini anlayayım da, sonra tab‘ıma muvâfık olanlara çalışacağım.” dedi. Fakat maksad-ı aslî, medrese usûlünde bir teceddüd, bir garâbet göstermek… Ve bunca havâşî ve şerhle izâa-i vakt etmemekdi. O sûretle üç ayda yirmi senelik usûlce tahsîl edilen kitâbları okuyub ikmâl-i nüsah etdikden sonra, hocasının: “Nasıl ve hangi ilim hoşuna gitdi?” suâline cevâben: “Bu ilimleri birbirinden tefrîq edemiyorum. Yâ hepsini bilirim. Veyâhûd hiçbirisini bilmem.” dedi. O zaman her eline aldığı kitâbı anlar ve mütemâdiyen mütâlaa ile vaktini geçirirdi. O derece ilme dalmışdı ki; hayât-ı zâhiriyye ile hiç alâkadâr görünmezdi. Sorulan her ilmî suâle derhâl ve bilâtereddüd cevâb verirdi. Fakat bizzat kendisi de, bu anlayışın; hakīkate ve sâir ulemânın anlayışına muvâfık olub S.4 olmadığı hakkında şübheye düşerek Kürd ulemâsından mümtaz sîmâlarla mülâkāt ve şübhesini izâle ile teberrüken bir iki ders tederrüs etmeğe karar verdi. Hocasından me’zûniyet alarak Bitlis’e müteveccihen hareket eyledi. Fakat yolda caddeleri ta‘kîb etmezdi. Dağlarda bayırlarda geze dolaşa üç ay sonra Bitlis’e vâsıl oldu. Omuzunda bir pösteki, derviş-i seyyâh kıyâfetinde Şeyh Emîn Efendi’nin tekyesine gidib iki gün dersinde bulundu. Şeyh Emîn Efendi Bedîüzzamân’a kisve-i ilmiyye giydirmek teklîfinde bulundu ise de, Bedîüzzamân; o vakit sinn-i büluğa vâsıl olmamış olduğundan kendisine muhterem bir müderris kıyâfetini yakıştırmadı. Çünki, Kürdistân’da kisve-i ilmiyye müderrise mahsûsdur. Talebe sarığı saramaz. Ben bir çocuğum nasıl hoca olurum, diye Şeyh Emîn Efendi’nin teklîfini reddetdi. Sekiz dokuz ay evvel Şîrvân’da terketdiği büyük kardeşinin nezdine gitdi. Kardeşi Molla Abdullâh, Bedîüzzamân’a hitâben: “Sa‘îd, ben Şerh-i Şemsiyye’yi okudum, ikmâl etdim. Sen ne okudun?” Bedîüzzamân : “Seksen kitâbı okudum.” Molla Abdullâh : “Ne demek?” Bedîüzzamân : “İkmâl-i nüsah etdim: Ve sıranızda dâhil olmayan birçok kitâbları da okudum.” Molla Abdullah : “Öyle ise seni imtihân ederim.” Bedîüzzamân : “ Hâzırım. Her ne sorarsan sor.” Molla Abdullâh Bedîüzzamân’ı imtihân ederek kifâyet-i ilmiyyesini bittakdîr, sekiz dokuz ay evvel talebesi bulunan Saîd Efendi’yi şimdi kendisine üstâd kabûl eyledi. Bir iki ay kardeşiyle berâber Şirvan’da ikāmet, ba‘dehû Siird’e gitdi. Orada dört def‘a teberrüken Molla Fethullâh’ın dersini dinledi. Arasıra Molla Fethullâh ile mübâhesede bulunarak, müşârünileyhi hayretlere müstağrak eyledi. Molla Fethullâh, bu genç talebesinin ilim ü fazlına dâir pek çok def‘a medh ü sıiâyişde bulundu. Siird ulemâsı bir yerde içtimâ‘ ederek Molla Saîd’i imtihân ve verdiği cevâblardan pek ziyâde ibrâz-ı sitâyiş ve takdîrât etdiler. İkinci derecede bulunan ba‘z[ı] hocalar, sâika-i rekābetle hazmedemeyerek beynlerinde bir münâzaa zuhûr etdi. Ahâlî nazarında Bedîüzzamân bir velî derecesinde mevqi‘ ve hürmet sâhibi bulunduğu cihetle ahâlînin bir kısmı yardım ederek muhâlifini mağlûb etdiyse de canı sıkılarak Siird’i terk ile, tekrar Bitlis’e gitdi. Bu esnâda ondört onbeş yaşında bulunuyordu. İlim ü fazl ve cesâret ile ol havâlîde şöhreti yayıldı. Hattâ, “Meşhûr Molla Saîd” lakabıyle telkīb olundu. Bitlis’de Şeyh Emîn Efendi ve sâir ulemâ ile muâraza ve mücâdele-i ilmiyyede bulunub cümlesini teslimiyyete icbâr eyledi. S.5 Bunca muârazât ve mücâdelât-ı ilmiyyede hiçbir zaman sâil vaz‘iyyetini ihtiyâr etmemiş, dâimâ mucîb mevqiini ihrâz eylemişdir. Bu vaz‘iyyet ne derece iktidâra vâbeste olduğu îzâhdan vârestedir. Fakat bir nokta arz etmek isterim ki, o da Bedîüzzamân’ın uluvv-i menzilet ve fazîlet-i ahlâkıyyesini mübeyyindir. Şöyle ki: Muârız bulunan zâtı mahcûb etmemek içün suâl sormakdan ictinâb etmişdir. Kendi mahcûbiyetini nazar-ı i‘tibâra alıb muârızını mahcûbiyetden vikāyeye çalışan bir zâta târîh sayfalarında da nâdiren tesâdüf olunur derecededir. Hattâ İstanbul’da bile herkesin suâline cevâb vermeğe hâzır bulunduğuna dâir i‘lân etdi. Onunla muâraza eden zevâta hiçbir suâl îrâd etmediğini müddeâma bir bürhân-ı kat‘î teşkîl etdiği zannındayım. Bitlis’te Şeyh Emîn Efendi ile vukū‘ bulan mücâdeleden ahâlî beyninde bir tefrika ve münâzaa hasıl oldu. Hükûmet işe müdâhele ederek Bedîüzzamân’ı oradan nefyetdi. Bir müddet sonra menfâsından firâr ederek Siird’e tâbi‘ Tillo kasabasında Hasyâ Künbedi denilen türbeye kapandı. Orada Kāmûs-i Okyanus’u Bâb-üs-Sin’ e kadar hıfzeyledi. Bir gün ne fikre mebnî Kāmûsu hıfzeylediğini sordum. Kāmûs herbir kelime kaç ma‘nâya geldiğini yazıyor, ben de Kāmus’un aksine olarak herbir ma‘nâya kaç kelime müsta‘mel olduğuna dâir bir Kāmûsu yazmak merâkına düşdüm, bu heves üzerine hıfz eyledim. Fakat sonra Mısır’da bir cem‘iyyet tarafından böyle bir eser vücûda geldiğini haber aldım. Sa‘yim hebâ oldu, cevâbında bulundu. Kendi kendime düşündüm, teessüfle dedim ki; rehbersizlikden neler zayi‘ olub gidiyor. Öyle bir zekâ böyle bir heves uğrunda sarf edilir mi? ! Oradan çıkıb Cezîre’ye gitdi. Cezîre Hocaları bidâyet-i emirde muârazaya kalkışdılarsa da, bil-âhere kendilerine hoca kabûl ederek nezdinde ders okumaya başladılar. Her iki ay bir yerde vakit geçirmeye alışan Bedîüzzamân Cezîre’den Mardin’e şedd-i rihâl eyledi. Mardin’de siyâsetle uğraştığından istibdâdın müsâadesizliğinden eli ve ayağı bağlı bir surette Bitlis’e nefy edildi. O seferde garîb bir vak’a vardır, inşâallah mufassalan yazılacakdır. O zamana kadar Bedîüzzamân’ın ma‘lûmâtı hep sünûhât kabîlinden olduğu cihetle, uzun uzadıya sa‘y ü mütâlaaya lüzûm görmezdi. Fakat o zamanda sinn-i büluğa vâsıl olduğundan mı? Yâhûd siyâsete karışmasından mı? Her ne sebebden ise eski sünûhat yavaş yavaş gāib olmaya başladı. S.6 Ulemâ arasında mevqiini muhâfaza içün her fenne dâir bir iki metin hıfz etmek mecbûriyetinde kaldı. Bilhassa Dîn-i İslâm’a vârid şükûk ve şübehâtı reddetmek içün El- Metâli‘ Ve’l-Mevâkıf’ı, ulûm-i âliyye (آليه) ve ‘âliyye (عاليه)ye dâir kırka kadar mütûnu iki sene zarfında hıfzeyledi. Bitlis’de bir çok ulemâ bulunub Van’da öyle ma‘rûf bir âlim bulunmadığından Van’a gitdi. Orada ikāmet ve onbeş sene tedrîs ve aşâir içinde irşâd ve seyâhetle imrâr-ı hayât eyledi. Van’da bulunduğu esnâda Vâli ve me’mûrîn-i sâire ile ihtilât ederek, ilm-i kelâmın eski tarzı bu asrın şükûk ve şübehâtının reddine kâfî olmadığından ve fünûn-i cedîdenin tahsîlini elzem gördüğünden târîh, coğrafya, riyâziyât, tabî‘iyyât, mevâlid, felsefe … fenleri[ni] az bir zaman zarfında elde etdi. Şu fünûnu bir hocadan tahsîl etdiği zannolunmasın. Kendi mütâlaası sâyesinde hakkıyle anlamışdır. Hattâ bir gün bir coğrafya muallimiyle, fenn-i mezkûre oldukca bir vukūfu müstelzim olan bir mübâhesede bulunur. Mübâheseyi diğer bir geceye ta‘lîq ile, yirmidört sâat zarfında pek mufassal olmayan bir coğrafya kitâbını hıfzeder. Ferdâsı gün Tâhir Paşa’nın konağında muallim efendiyi coğrafyada ilzâm eder. Demek ki, yirmidört sâat zarfında bir sultânî muallimi derecesinde coğrafyayı elde etmişdir. Ayn[i] böyle bir muâraza netîcesinde beş gün zarfında, kimyâ-yi gayr-i uzvî[yi] anlayıb kimyâ muallimiyle muârazaya girişmişdir. Bunca garâbet gösterdiğinden dolayı Bedîüzzamân lakabıyle telkīb olundu. Bedîüzzamân Saîd-i Kürdî kendine has bir usûl-i tedrîsi îcâd ederek o usûl dâiresinde tedrîsde bulunurdu. Şöyle ki: Ulûm-i dîniyye ile fünûn-i asriyyeyi mezc, hakāik-ı dîniyyeyi fünûn-i müsbete ile te’yîd ve teşyîd etmek sûretiyle talebenin tenvîr-i ezhânına sarf-ı himmet eyledi. Bütün himmetini ilm ü irfân, bilhassa Kürdistân’da neşr-i maârif hakkında sarfediyordu. Hattâ Van, Bitlis ve Diyârıbekir vilâyetlerinde dâr-ül fünûn şeklinde üç dört medresenin küşâdı içün İstanbu’a geldi. Her ne kadar çalışdı ise de, maattessüf tevkifhâne ile timârhâneden başka bir netîceye dest-res olamadı. Tekrar Van’a avdet ederek millî bir medrese küşâd ve tedrîse devamla eski fikrine dâir sa‘y ederdi. Bu def’a bidâyeten tali‘ rûy-i muvâfakat gösterir gibi oldu. Câmi-ül Ezher’e şebîh El Medreset-üz Zehrâ nâmında Van’da bir medresenin küşâdına irâde-i seniyye zuhûr etdiyse de, temelinden başka bir şey yapılmayarak Harb-i Umûmî zuhûr etdi. Eskidenberi nezdinde bulunan talebeleri kesesinden iâşe eylemekle berâber sırf hasbeten-lillâh tedrîs ederdi. Talebeleri de hakīkī bir fedakâr olarak yetişdirir idi. S.7 ÂSÂRI Türkce: 1-“ Muhâkemât-ı Bedîüzzamân” nâmında tefsîre mukaddeme olarak yazılmış bir eser-i girân-bahâdır. Arabca: 2- “Reçetetül Ulemâ”, 3- “Reçetül Avâm”; hakkıyla sitâyişe şâyan iki eserdir. 4- “Ta‘lîkāt”; mantıkda bînazîr bir eserdir, nazariyyât-i mantıkıyyeyi tatbîkāta takrîb eder. 5- “Rumûzât”; mantıkda i‘mâl-i zihn içün güzel bir eserdir. 6- “İşârât-ül İ‘câz Fî Mezân-il Îcâz” nâmında bir tefsîr-i şerîf. Şimdiye kadar o menhecde te’lîf olunmuş bir tefsîr mevcûd değil… Ve hattâ diyebilirim ki, mahsûl-i karîhasından başka, evkāf malını derc etmemişdir. Kelâm-ı Kadîm nazmca mu‘ciz, mefhûmca hak ve hakīkat olarak fünûn-i müsbeteye tamâmen muvâfık ve rehnumâ olduğunu isbât eder. Hazreti Üstâd bu tefsîri te’lîf etmeden evvel halka-i tedrîsinde bulunuyordum. Kelâm-ı Kadîm’i eline alıb Kürdce takrîr ederdi. Hiçbir kitâba veyâ tefsîre bakmazdı. Arkadaşlarımızdan Molla Habîb nâmında bir efendi Kürdce nota tutardı. Çok devâm etmeden Harb-i Umûmî başladı Bedîüzzamân Saîd Efendi muhârebe esnâsında cebhe-i harbde me’haz olarak yalnız o notlara mâlik olduğu hâlde, elyevm Evkaf Matbaasında tab‘ıyle iştigāl etdiğimiz o kitâbı te’lîf etmişdir. Son zamânda Bitlis’de vâqi‘ olan harb esnâsında bir gûnâ garâibden olarak üç kurşuna hedef olur. Birisi kalbinin hizâsına isâbet eder, tütün tabakasıyla ağızlığı parçalar, durur. Diğeri sol tarafında hançerin sapını delerek durur. Üçüncüsü omuzunda hafif bir yara açar. Nihâyet Bitlis’in hîn-i sükūtunda ayağı kırılmış ve omuzu mecrûh bir hâlde, iki gün mahsûriyetden sonra Ruslara esîr düşdü. İki sene üç ay 2esâretden sonra tahlîs-i girîbâna muvaffak olarak bugün elhamdülillâh Dâr-ül Hikmet-ül İslâmiyye a‘zâlığında vazîfe-i dîniyye ve ilmiyye ile meşgūl bulunuyor. Hocamın tercüme-i hâline âid o havâlide gerek ahâlî-i ulemâdan telakkī ve gerek bizzat müşahede etdiğim ahvâl ve vukūâtı muhtasaran enzâr-i kâriîne arz eyliyorum. Her husûsda mübâlagadan son derecede tevakkī ve hattâ tarafgîrlik töhmetine ma‘rûz olmakdan ihtirâzen bir çok ma‘lûmâtı ihmâl etdiğime kāriîn emîn olabilirler. Pekçok garâibi mutazammın Tercüme-i Hâl’in tafsîlini ayrı bir risâle şeklinde neşretmek niyetindeyim. Müşâr-ün ileyhin talebesinden ve Medresetül Vâizîn me’zûnlarından Hamza |
DİPNOTLAR:
1 Müküslü Hamza (1892-1958): Enstitü, Yeni Asya, 15.10.2010.
2 15 gün eksiği ile doğruya en yakın ilk tesbit..
Müküslü Hamza hesaplamayı Rûmî takvim üzerinden yapmış hâliyle.. 1 Mart 1917 îtibâriyle vâki R. Julyen’den R. Gregoryen takvime geçişi dikkate almamış..
http://risaletashih.org/takvimler-ve-tarih-cevirme-ile-ilgili-kisa-bir-hatirlatma/
En doğru ilk tesbit ise; 2 sene, 3 ay, 15 gün olarak tarafımızdan yapılmıştır.
https://www.risalehaber.com/bediuzzamanin-hayatindan-tesbitler-3979yy.htm
One Comment to “TERCÜME-İ HÂLİNDEN HÜLÂSA / Müküslü Hamza”