BEDÎÜZZAMÂN, NUTUK ve ABDULLAH CEVDET

 

Nurettin Ceylan’ın, “Gerçeğin Aynasında Bediüzzaman” isimli kitabını okumasaydım; sayın M. Şükrü Hanioğlu’nun, Abdullah Cevdet/Sa‘îd-i Kürdî ilişkilendirmesinden belki hiç haberim olmayacaktı..[1]

Genç ve değerli araştırmacı Nurettin Ceylan; takdîre değer bir çalışma ortaya koymuş.. Fakîr de, hâşiye kabîlinden bir-kaç mülâhazamı paylaşmak istiyorum..  

Mevzûun dahâ iyi anlaşılması için Abdullah Cevdet’in hayât hikâyesininin ilgili kesitini kısaca gözden geçirelim:  

“(…) Abdullah Cevdet bu faaliyetinin yanı sıra, eski serhafiye Ahmed Celâleddin Paşa’nın maddî yardımları ile Eylül 1904’te, Türk kültür hayatında etkisini uzun yıllar sürdürecek olan İctihad mecmuası ile, aynı adı taşıyan yayınları kurdu. (…)  20 Ekim 1904’te İsviçre’den sınır dışı edildi. (…) Abdullah Cevdet Ocak 1905’te İstanbul’da yapılan gıyabî muhakeme sonunda ömür boyu kalebentlik cezasına çarptırıldı.
1905 Eylülü başında Mısır’a geçen Abdullah Cevdet, İctihad’ı orada yayımlamaya başladı. Bir yandan da Prens Sabahaddin Bey grubu ile yakın ilişki kurdu; Şûrâ-yı Osmânî Cemiyeti’nin idaresinde de görev aldı. İctihad’da yayımlanan, Osmanlı hânedanının gerekli olmadığı yolundaki yazısı büyük tepkilere yol açtı ve bütün Jön Türk neşriyatı bu yazıyı eleştirdi. II. Meşrutiyet’in ilânından sonra, İttihat ve Terakki Cemiyeti liderleriyle olan anlaşmazlıkları yüzünden Mısır’da kalmayı tercih etti. Bu dönemde, büyük tartışmalara yol açan R. Dozy’nin, Essai sur l’histoire de l’Islamisme adlı kitabını Târîh-i İslâmiyyet ismiyle tercüme edip yayımladı. (…) kendisinin din düşmanı olarak tanınmasına sebep olan söz konusu kitap aleyhine pek çok tenkit kaleme alındı. (…) Abdullah Cevdet’in “İfâde-i Mütercim” başlığı altında tercümesine yazdığı giriş, yer yer dindar insanların samimi duygularını rencide edici ifadeleriyle, onun Dozy ile âdeta suç ortağı sayılmasına yol açmıştır. (…) 

(…) 1910 yılı sonunda İstanbul’a dönen Abdullah Cevdet, İctihad’ı 24. sayısından itibaren burada            yayımlamaya başladı.”[2]       

Abdullah Cevdet Mısır’da iken Matbaa-i İctihâd’da, Kütübhâne-i İctihâd yayınları arasında Nâmık Kemâl’in “Rü’yâ ve Magosa Mektûbu” eserini de yayınlar (1908)..

80 sayfalık eserin başında, A. Cevdet’in “Nâmık Kemâl” başlıklı 9 sayfa ve “Magosa Mektûbu”nun başında da “İfâde-i Tâbi‘ ” başlıklı 3 sayfayı geçen yazıları bulunmaktadır. 

İfâde-i Tâbi‘; Rü’yâ ve Magosa Mektûbu’nun basılmasında himmeti geçen Ahmed Râmiz’e teşekkürle biter:

Gerek (Rü’yâ)nın, gerek (Magosa Mektûbu)nun nüsha-i mevcûdesi kalmamıştı. İhvân-ı hamiyyetden ve Ezher-i Şerîf talebesinden Kürdîzâde Ahmed Râmiz Efendi’nin himmetiyle tedârik olunub tem’îl olundu. Kendisini hiss-i şükrânla yâd ederiz.

                5 Temmuz 1908, Mısır, Doktor Abdullah Cevdet” 

Asıl mes’elemiz, Prof. Dr. Sayın M. Şükrü Hanioğlu’nun doktora tezinin Abdullah Cevdet/Bedîüzzamân Sa’îd-i Kürdî ilişkisinin işlendiği kısımla ilgili.. Oraya geçiyoruz…

Çalışmamızın sıhhati ve gerçeklerin gün yüzüne çıkmasına katkı maksadı ile kendilerine e-mail vâsıtasıyle bâzı sorular yönelttim (25 Temmuz 2017). Ânında cevaplandırma nezâketinde bulundular. Şahsen çok istifâde ettim.. Müteşekkirim..

Vâki‘ muhâveremizi ve sevgili İsmail Tezer ve sevgili Orhan Dindar’ın konu ile ilgili görüşlerini arz ediyorum:

– Sayın Hocam, 

Bedîüzzamân’la ilgili bir araştırma yaparken sizin Doktora Tezinizden alıntılanan bir bölüm dikkatimi çekti: 

Abdullah Cevdet, Mısır’dan tekrar İstanbul’a döndüğü sırada yaklaşık iki sene önce faaliyete geçen Osmanlı Kürt Teâvün ve Terakki Klubü çevresinde bir Kürt ulusçuluk hareketi başlamıştı. Abdullah Cevdet de bu harekete daha Mısır’da iken Said-i Kürdi’nin Meşrutiyet dolayısıyle verdiği hutbeleri, İctihad Matbaası’nın İstanbul’daki şubesinde bastırarak katılmıştı.[3] Gerçi Kürdi’nin İstanbul’daki Kürtlere verdiği öğütlerde Türklerin, Kürtlerin aklı; onların da Türklerin kuvveti oldukları, bunun için birlik dışında başka yolların düşünülmemesi gerektiği şeklinde ifadeler göze çarpmaktadır. Ancak onun, Kürdistan ulema ve şeyhlerine verdiği öğütler ve Sebahattin Bey’in adem-i merkeziyet düşüncesine yaptığı övgüler açığa vurulmayan etnik bir boyutu göstermektedir. Ayrıca siyasal ve felsefi açıdan Abdullah Cevdet’le uyuşmasının imkânsız olduğu Said-i Kürdi gibi bir kişiye yardımcı olmasının tek nedeni de bu boyut olarak ortaya çıkmaktadır.”[4]        

Bu bölüm sizin tezinizden midir? İddiâlarınızı isbat sadedinde belge ibraz edebilir misiniz, yâ da düzeltme yapmayı düşünüyor musunuz? 

Gerçeklerin açığa çıkması adına açıklamalarınızı çalışmama eklemek istiyorum.. 

Selâm ve saygılar..

– Bilal Bey,

 Said-i Nursi’nin söz konusu hutbeleri İctihad’ın İstanbul şubesi tarafından dağıtılmıştır. Eserin bu şube tarafından damgalanarak dağıtılan kopyalarından birisi benim arşivimde vardı, ayrıca bu bir risale çok sayıda kopyasını diğer yerlerde bulmak mümkün. Dozy’nin kitabını tercüme eden, Büchner’den ilk çevirileri yapan bir kişinin Said-i Nursi’ye felsefi ve düşünsel bir ilgi duyduğunu düşünmek bana soracak olursanız pek de anlamlı değil. Bu Said-i Nursi’nin Kürt milliyetçiliği yaptığı manasına gelmez; ama dönemin Kürt entelektüelleri arasında bir network olduğu ortada. Bilhassa Mısır’daki Azm-i Kavi Cemiyeti çerçevesinde oluşan grup o dönemde Said-i Nursi ile yakınlaşmak istemiştir. Bu çerçevede Abdullah Cevdet’in de Said-i Nursi’yi bir Kürt âlimi olarak algıladığı gerçeği tartışma götürmez. Bu algı çok anlamlı olmayabilir, zaten vurguladığım gibi Said-i Nursi’nin hutbelerinde milliyetçilik vurgusu olmadığı gibi tam tersine bir söylem var. Ama bu Abdullah Cevdet’in onu bir Kürt âlimi olarak telakki etmesine engel değil. Benzer şekilde Said-i Nursi de Abdullah Cevdet’i ilerleyen yıllarda kazanacağı şöhrete uygun şekilde bir din karşıtı kişi olarak görmüyor. Her ikisi de ilerleyen yıllarda birbirleri hakkındaki kanaatlerini değiştireceklerdir. 

Yazılanları okuduğunuzda bu vurgu ortaya çıkıyor. Alıntıda Said-i Nursi Kürt milliyetçisiydi, ya da Abdullah Cevdet dindardı denmiyor. Dikkatli okursanız ve yazılanları bağlamına oturtursanız siz de görebilirsiniz herhalde. 

Çalışmalarınızda başarılar dileklerimle.

– Sizi sıkmayacaksam konu üzerinde biraz durmak istiyorum..

Doktora tezinize göre bence dahâ gerçekçi bir yaklaşım olmuş açıklamalarınız.

Yine de bâzı muğlak noktalar var..

Sayın Hocam,

Saîd-i Kürdî’nin Nutuk adlı eserinin A. Cevdet’in yardımıyla onun İçtihad Matbaasının İstanbul şûbesinde bastırıldığını (teziniz) ve dağıtıldığını (açıklamanız) yazıyorsunuz.

Tezinizde Nutuk’un künyesini şöyle vermişsiniz:

“Said-i Kürdi, Bediüzzaman Kürdi’nin Nutukları, Kütübhane-i İçtihad, İkbal-i Millet Matbaası, Dersaadet, 1324.”

“Kütübhâne-i İctihâd sâhibi Ahmed Râmiz’in” adı (belki bilgileri kısaltarak verdiğiniz için) geçmiyor.. Tezinizde de öyle.. Abdullah Cevdet adı ise, kitabın ne kapağında, ne içerisinde bulunmadığı hâlde basımı nerede ise ona mâl ediliyor!.. Bu durum, açıklamaya veyâ belgelendirmeye/düzeltmeye muhtaç diye düşünüyorum?..

Derlediğim bâzı bilgileri (mes’elemizle ilgili olduğu için) paylaşmak istiyorum, izninizle.. :

A. Râmiz, İkinci Meşrûtiyet’in îlânından sonra Mısır’dan, İstanbul’a gelir.[5] Kütübhâne-i İctihâd sâhibi Kürdîzâde Ahmed Efendi, çeşitli faâliyetleri arasında, Bedîüzzamân’ın “Nutuk” (1908-1909)[6] ve “İki Mekteb-i Musîbetin Şehâdetnâmesi yâhûd Dîvân-ı Harb-i Örfî ve Sa‘îd-i Kürdî” (İlk baskı 1909, İkinci baskısı 1910) eserlerini de neşreder.                                                                                                             

Ehline mâlûm olduğu gibi, “İki Mekteb-i Musîbetin Şehâdetnâmesi …”nin ikinci baskısının başında A. Râmiz’in “İfâde-i Nâşir” başlıklı bir önsözü vardır. Bu önsözde, “Üstâd-ı Muhterem Abdullah Cevdet” diye hürmetle andığı A. Cevdet’in “Kahriyyât”ından konuya uygun serpiştirmeler yapar..[7]  “Kütübhâne-i İctihâd”la ilgili bilgi verirken de, “Üstâd-ı Muhterem Doktor Abdullah Cevdet” ifâdelerini kullanır.[8] Anlaşılan A. Râmiz’in, A. Cevdet’e hayranlık derecesinde bir hürmeti vardır.. Sâhibi olduğu yayınevine, “Kütübhâne-i İctihâd” adını vermesi bu hürmetinden olabileceği gibi, İttihâd ve Terakkī Cem’iyeti liderleriyle olan anlaşmazlıkları yüzünden henüz Mısır’da bulunan üstâd-ı muhtereminin İstanbul’a dönüşüne zemin hazırlamak maksadıyla da olabilir!.. Ama bu sâdece bir tahmin olur.. Kesin hüküm için belge gerekmez mi?..

Sıkmak tabii ki mevzubahs değil Bilal Bey.

Kürdizade Ahmed Ramiz Bey, Abdullah Cevdet İstanbul’a dönünceye kadar Kütübhane-i İctihad’ın İstanbul şubesini (bu anladığım kadarıyla gerçek anlamda bir şube değil ama onun adına kitab basan ve dağıtım yapan bir tek kişilik merkez) yönetiyor. Ahmed Ramiz Bey, hem Azm-i Kavi Cemiyeti (Abdullah Cevdet bu cemiyetin üyesi olmuyor, ama Mısır faaliyetlerine Abdurrahman Bedirhan Bey aracılığı ile yardım ediyor) hem de Şura-yı Osmani Cemiyeti faaliyeti (Abdullah Cevdet, kuruluşuna Reşid Rıza’nın önayak olduğu bu cemiyetin bir dönem sekreterliğini yapıyor) çerçevesinde Abdullah Cevdet ile beraber çalışıyor. Emir Bedirhan kitabını da İctihad yayınlarından Mısır’da yayınlayan kendisi zaten. Bu da Abdullah Cevdet’in onayı ile oluyor. Zaten Ahmed Ramiz Bey bildiğiniz gibi el-Ezher’de okuduğu için Kahire’deki ulema ile de yakın ilişkiler içinde. Meşrutiyet ilan olununca Ahmed Ramiz Bey Dozy tercümesi nedeniyle İstanbul’a dönmekten çekinen Abdullah Cevdet adına İctihad’ın İstanbul şubesi olarak faaliyette bulunuyor. Bu resmi bir ilişki yoksa Ahmed Ramiz sadece hayranlık nedeniyle Abdullah Cevdet’in kütüphanesinin adını kullanmıyor. Zannedersem anılan risale de Kütübhane-i İctihad’ın Fihrist-i Neşriyatı adlı kataloğun bir baskısında (bunun üç ayrı baskısı var) İctihad yayınları içinde gösteriliyor. Ahmed Ramiz’in de Abdullah Cevdet gibi Said-i Nursi’yi bir Kürt âlim olarak gördüğü açık; ama Said-i Nursi Kürt milliyetçiliğine onlar benzeri bir ilgi duymuyor. Ben doğrusu düzeltilmesi gereken bir şey göremiyorum. Tekrar etmek gerekirse ben Said-i Nursi Kürt milliyetçisiydi ya da din konusunda çok farklı bir yaklaşımı benimseyen Abdullah Cevdet ya da milliyetçilik ile dinin sentezini (Kürt-İslam sentezi) yapmak isteyen Ahmed Ramiz ile ortak çalışıyordu demiyorum. Dediğim bu kişilerin Said-i Nursi ile yakınlaşmak istemelerinin temel nedeni onu bir Kürt âlimi olarak görmeleri. Bu yakınlaşma arzusu Azm-i Kavi Cemiyeti döneminden beri var zaten. Bu kanaatler yazdığım gibi 1908   sonrasında karşılıklı olarak değişecektir.

Başarı dileklerimle.

Anlayışınıza teşekkür ederim Hocam..

A. Râmiz’in, A. Cevdet adına faâliyet gösteriyor olması akla yakın..  Ama belgelendirilmesi gerekmez mi?

Tezinizden:

“Ancak onun, Kürdistan ulema ve şeyhlerine verdiği öğütler ve Sabahattin Bey’in adem-i merkeziyet düşüncesine yaptığı övgüler açığa vurulmayan etnik bir boyutu göstermektedir. Ayrıca siyasal ve felsefi açıdan Abdullah Cevdet’le uyuşmasının imkânsız olduğu Said-i Kürdi gibi bir kişiye yardımcı olmasının tek nedeni de bu boyut olarak ortaya çıkmaktadır.”

E-mailime cevâbınızda, “Alıntıda Said-i Nursi Kürt milliyetçisiydi, ya da Abdullah Cevdet dindardı denmiyor. Dikkatli okursanız ve yazılanları bağlamına oturtursanız siz de görebilirsiniz herhalde.” diyorsunuz.. O zaman “etnik boyut” ilişkilendirmesini nasıl anlamamız gerekiyor?

Farzedelim, A. Râmiz, A. Cevdet’in adamı olsun.. Bedîüzzamân Sa‘îd-i Kürdî, yardıma muhtaç mı ki, A. Cevdet ona yardımcı olsun? Neye dayanarak bu kanâate vardınız?

Aksini gösteren bilgiler, belgeler var:

-Dahâ yirmili yaşlara varmadan Şark’da, “Sa‘îd-i Meşhûr” ve “Bedîüzzamân” unvanları ile tanınmaktadır..

-İkinci Meşrûtiyet’ten evvel İstanbul’a giderken Bitlis vâlisi Tâhir Paşa’nın yazdığı 16 Kasım 1907 târihli

 arîzada, “Kürdistân ulemâsı beyninde hârika-i zekâ ile müştehir, Monla Sa‘îd Efendi” olarak takdim olunmaktadır..

-Sorulan her suâle cevap vererek ilmini İstanbul ulemâsına da kabûl ettirmiştir..

-Memleketine geri dönmesi için teklif edilen ihsân-ı şâhâneyi reddedebilen biridir.

-İkinci Meşrûtiyetin îlânının üçüncü günü İstanbul’da, sonra Selânik’te Nutuk îrâd eden kişidir.

-Gazete yazıları iftihârlarla takdim edilmektedir:

“Kürdistan ulemâ-yı benâmından fâzıl-ı şehîr Bedîüzzamân Fazîletlû Molla Sa‘îd Efendi Hazretleri tarafından ihdâ kılınmış ve gazetemize muâvenet-i kalemiyyede bulunacakları da va‘d buyurulmuşdur.” (6 Ağustos 1908, Rehber-i Vatan)

“İstanbul’umuzca Kürd Hoca demekle ma‘rûf, fâzıl-ı şehîr Bedîüzzamân-ı Kürdî Molla Sa‘îd Hazretlerinin İnkılâb-ı Mes’ûd ibtidâlarında Dersaâdet ve Selânik’de kirâren îrâd idüb bilhâssa gazetemize ihdâ eylediği nutk-ı irticâlîdir.” (2 Ekim 1908, Misbah)

“Kürdler’i şimdiye kadar mahveden iki beliyye-i azîme vardır ki; biri ihtilâf-ı dâhilî, diğeri ma‘rifet-i maârifin hakkıyle ta‘mim edememesi.. Bu iki musîbeti mahv içün vakt-i İstibdâd’da Bedîüzzamân Molla Sa‘îd Efendi Hazretlerinin Mâbeyne verip de netîcesinde birçok mesâibe hedef edildiği lâyiha  sûretini aynen derc-i arz ile iftihâr ediyoruz.” (19 Kasım 1908, Şark ve Kürdistan)

Yânî, Bedîüzzamân; kitaplarını bastırabilmek için; ne A. Cevdet’in, ne de bir başkasının himmetine ihtiyaç duyacak kişi değildir!.. Hattâ, Ahmed Râmiz’in; onun şöhretinden istifâde ile kitabevine revaç verme gayretinde bulunmuş olma ihtimâli dahâ kuvvetli değil midir?..   

Selâm ve saygılar..

Bilal Bey,

Burada yardım etmek bir cemile sunma ya da sıkışık bir anda imdada yetişme anlamında kullanılmıyor. Doğrusu bir kelimeden yola çıkarak böylesi yorumlarda bulunmanıza şaşırmadım desem yalan olur. Tabii Said-i Nursi’nin bu anlamda bir yardıma ihtiyacı yok ama onun nutuklarını toplayarak tüm ülkede okunmasını sağlayan kişilerin ona (isteğinden bağımsız olarak) yardımda bulunması neden vurgulanmasın? Bu Said-i Nursi’yi ne yüceltir ne de değerini düşürür. 

Kürdizade Ahmed Ramiz’in resmen İctihad’ın İstanbul temsilcisi olduğu tartışma konusu değil. Aksi taktirde bu Kütüphane-i İctihad’ın farklı ve ayrı bir kütüphane olduğunu kanıtlamak gerekir ki ortada bunu düşündürecek bir durum yok. Zaten Ahmed Ramiz Bey Mısır’da da Kütüphane-i İctihad adına çalışan bir kişi idi. Böyle olmasaydı, Abdullah Cevdet yayın listesinde onun kütüphane adına bastığı kitapları zikretmez, bunun da ötesinde bir marka haline getirmeye gayret ettiği kütüphanesinin isminin de başkası tarafından kullanılmasına izin vermezdi.

Tarihte her konunun belgesini sunmak mümkün değil. Bu örnekte elimizde bir kontrat yok; ama aşırı şüpheci bir şahıs değilseniz olanları anlamak o kadar da zor değil. Dilerim yazışmalarımız bir “izale-i şükuk” işlevi görür.

Başarı dileklerimle.

Sayın Hocam,

Kıymetli vaktinizi ayırdığınız için tekrar teşekkür ediyorum.. 

Başarılarınızın devâmını diliyorum.. 

Mütâlaalar:

1: İsmail Tezer:

M. Ş. Hanioğlu’nun bahse konu yazısındaki “etnik boyut” ifadesinden, Üstad Bediüzzaman Hazretleriyle ilgili menfî milliyet manasında “ırkçılığı” vurguladığına kàni değilim. Sadece “etnik boyut” diyor. Bediüzzaman “Kürt milliyetçisi idi” demiyor. Hatta bir önceki cümlesinde “Gerçi Kürdî’nin İstanbul’daki Kürtlere verdiği öğütlerde Türklerin, Kürtlerin aklı; onların da Türklerin kuvveti oldukları, bunun için birlik dışında başka yolların düşünülmemesi gerektiği şeklinde ifadeler göze çarpmaktadır” diyerek, Üstadın “milliyet fikri”nin A. Cevdet gibi olmadığına da işaret etmiş oluyor kanaatindeyim.

Hanioğlu’nun “..onun, Kürdistan ulema ve şeyhlerine verdiği öğütler ve Sebahattin Bey’in adem-i merkeziyet düşüncesine yaptığı övgüler açığa vurulmayan etnik bir boyutu göstermektedir” ifadesinden belki Üstad Bediüzzaman’ın ilk dönem eserlerinde çokça vurguladığı gibi “Kürt milletinin maarif ile terakkîsi, medenîleşmesi…” gibi manalarını kasdettiğini düşünmek daha doğru olabilir.

“…siyasal ve felsefi açıdan Abdullah Cevdet’le uyuşmasının imkânsız olduğu Said-i Kürdi gibi bir kişiye yardımcı olmasının tek nedeni de bu boyut olarak ortaya çıkmaktadır.” cümlesindeki gönderme ise, daha ziyade A. Cevdet’in bakış açısıyla ilgili olduğundan, onun sorunu olarak düşünülebilir. Yani A. Cevdet’in, sırf “kendi ırkından bir alim” diye, bu “etnik saik”le Üstada -eğer böyle bir şey vâki ise- ilgi duyması, elbette Cevdet’in kendi sorunudur…

Öte yandan, Hanioğlu’nun “Abdullah Cevdet de bu harekete daha Mısır’da iken Said-i Kürdi’nin Meşrutiyet dolayısıyle verdiği hutbeleri, İctihad Matbaası’nın İstanbul’daki şubesinde bastırarak katılmıştı.” ve “Siyasal ve felsefi açıdan Abdullah Cevdet’le uyuşmasının imkânsız olduğu Said-i Kürdi gibi bir kişiye yardımcı olmasının tek nedeni de bu boyut olarak ortaya çıkmaktadır.” ifadelerinde Abdulah Cevdet’in doğrudan Üstada ilgi duyarak “yardım etmek” istediği ve bu maksatla kitabını “bastırdığı” iddia ediliyor ki, bunun belgesi olması gerekir.

Kürdizâde Ahmed Ramiz Efendinin hem Üstad Bediüzzaman’a, hem de Abdullah Cevdet’e ilgisinin ve onlarla irtibatının olduğu aşikâr tabii. Ancak Abdullah Cevdet’in -velev A. Ramiz üzerinden olsun- Üstada bir ilgisinin, yardımının (kitabının bastırmaya varıncaya kadar) olduğunu iddia etmek elbette belge ister. Zira, Ahmed Ramiz’in Üstad Bediüzzaman’ın kitabını kendi inisiyatifiyle bastırmış olması da mümkün.

28.7.2017 

2: Orhan Dindar:

Muhterem Bilâl Bey;

“Bedîüzzamân, Nutuk ve Abdullah Cevdet” başlığıyla, değerli ve hakîkaten istikbâl vâdeden bir araştırmacı olan Nurettin Ceylan’ın eserindeki bir bölümle ilgili olarak yapmış olduğunuz “nazîre, teştir” mâhiyetindeki kısa çalışmanızı ve muhterem Şükrü Hanioğlu ile yapmış olduğunuz e-muhâverenizi (böyle bir tâbir var mı ve doğru mu bilmeden kullanıyorum) dikkatle okudum. Mütâlaalarımı –biraz tehirli olarak da olsa- gayrimuntazam ve müteferrik notlar hâlinde arz ediyorum.

Evvelâ şu hususu beyân etmek isterim: Beynelmilel haklı bir şöhrete sâhib olan Hanioğlu’nun, yıllar önce neşredilmiş ve ehemmiyetini de hâlâ muhafaza eden bir eseri üzerine, sâde bir vatandaş tarafından yapılan tahlillere ve hatta ısrarlı tenkidlere böylesine nezâket ve sabırla cevablar vermesini takdir etmemek mümkün değil.

Yapmış olduğunuz kısa çalışmanızla, Ceylan’ın “ … Gerçeğin Aynasında Bediüzzaman” isimli eserinde ana hatlarıyla ortaya koyduğu bir tahlili daha da zenginleştirmişsiniz.

Hanioğlu’nun Abdullah Cevdet ve Ahmed Râmiz’le ilgili olarak “Dediğim bu kişilerin Said-i Nursi ile yakınlaşmak istemelerinin temel nedeni onu bir Kürt âlimi olarak görmeleri” ve Bediüzzaman hakkında, “…Dönemin Kürt entelektüelleri arasında bir network olduğu” şeklindeki tespit ve değerlendirmeleri tamamen yanlış ve mesnedsiz değildir.

Kürdizade Ahmed Ramiz Bey’in Kütübhâne-i İçtihâdının resmî ya da gayrıresmî Abdullah Cevdet’in İçtihad Matbaasının İstanbul şubesi olup olmadığı ya da Ahmed Râmiz’in Abdullah Cevdet adına neşriyat yapıp yapmadığı, sizin ve Hanioğlu’nun da ifâde ettiği gibi esas mesele ve müzâkere mevzuu değildir. Müzâkerenin bu minvalde sürdürülmesi ve yaptığınız çalışmanın ana mihverini bu hususun teşkil etmesi esas mevzuyu gözden kaçırabilir. Kanaatimce esas mevzu Hanioğlu’nun iddia ettiği şu hususdur: Bediüzzaman’ın, “Kürdistan ulema ve şeyhlerine verdiği öğütler ve Sabahattin Bey’in adem-i merkeziyet düşüncesine yaptığı övgüler açığa vurulmayan etnik bir boyutu göstermektedir.” Zâten siz bu hususda tahşidatta bulunmuşsunuz. Çalışmanın bu mecrada tanzim edilmesi daha isâbetli ve müsmir olacaktır kanaatindeyim. Kürdistan ulema ve şeyhlerine yapılan tavsiye ve telkinler ile “Eski Said Dönemi Eserleri”nde yer alan mümâsil mevzularda ilk nazarda “etnik bir boyut” dikkati çekebilir ancak bu nokta, aynı mevzuda neşredilen bütün eserlerin bir bütün halinde ciddiyetle okunması ile ancak doğru anlaşılabilir. Muhtemelen Hanioğlu’nun bizi biraz rahatsız eden tespiti de bu eksiklikten kaynaklanmaktadır. Lâkin esas taaccüb edilecek husus Sabahaddin Bey’e yazılan mektubdan “adem-i merkeziyet düşüncesine övgüler” yapıldığının çıkarılmış olmasıdır.

Hanioğlu ile yaptığınız müzâkere bana bir kere daha gösterdi ki; Bediüzzaman Hazretlerinin Eski Said Döneminde ortaya çıkan Kürt milli hareketleri, “Kürd Teâvün ve Terakki Cemiyeti”, “Kürd Teâli Cemiyeti” vb. teşkilatlar ve Seyyid Abdülkadir, Ahmed Râmiz, vb. bu faaliyetlerin önde gelen şahıslarıyla münâsebetleri ve onların fikirleri hakkındaki telâkkilerinin müstakil olarak ele alınmasına zarûret vardır. Böylesine ciddi bir çalışmanın elbette Yeni Said Döneminde telif ettiği eserlerde yer alan milliyetçilik bahisleriyle birlikte yapılması iktiza edecektir.

“Bedîüzzamân Sa‘îd-i Kürdî, yardıma muhtaç mı ki” diyerek yaptığınız izahlar bence de biraz fazla alınganlık olmuş.

                      Hürmet ve muhabbetlerimle

                      6.8.2017                                                                                                                            

Sayın M. Şükrü Hanioğlu ile muhâveremizin sonu:

– Değerli Hocam,

A. Cevdet/S. Nursî ile ilgili kısmı ekte sunuyorum.. Ekleyeceğiniz/söyleyeceğiniz bir şey olabilir mi?.. 

Teşekkürlerimle..

Selâmlar ediyor, başarılarınızın devâmını diliyorum. 8.9.2017

 Güzel olmuş Bilal Bey.

(…) Bir de Kahriyat’ın 1315 yılında Cenevre’de İttihad ve Terakki yayını olarak basılan 64 sahifelik birinci baskısı ile 1906 tarihini havi olmasına karşılık 1908’de yayımlanan 128 sahifelik ikinci baskısı arasında çok farklılıklar var. Bazı şiirler çıkarılmış, bazıları ise eklenmiş. O nedenle bulamadığınız şiir için bir de 1315 baskısına bakmakta fayda olabilir. Bu konuda Vahit Kaleci’nin Abdullah Cevdet’in Türkçe Şiirleri başlıklı mezuniyet tezine de (1971) bakmak yararlı olabilir. Bu tez İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde 8776 numara ile kayıtlı.
Bir rica ile bitirmek istiyorum. Çalışmanız yayımlandığında bana bir kopyesini lutfedebilir misiniz? Mümkün olursa çok sevinirim.
Başarı dileklerimle.
8.9.2017

– Değerli Hocam,

Alâkanız ve nezâketiniz için teşekkür ederim.. 

Tesbit ve tavsiyelerinizi dikkate alacağım. Sizce bir sakıncası yoksa notunuzu da aynen eklemek isterim. 

Çalışmayı yayınlama imkânı bulabilir miyim çok emîn değilim. Muhtemelen e-kitap olabilir.. Tamamlanınca bir nüshasını memnûniyetle gönderirim inşâallah. Teveccühünüz için ayrıca teşekkür ederim.. 

Selâm ve saygılar.. 8.9.2017

– Tabii ekleyebilirsiniz Bilal Bey. Başarı dileklerimle.

M. Şükrü Hanioğlu

Garrett Professor in Foreign Affairs and Professor of Near Eastern Studies, Princeton University 103 Jones Hall Princeton, NJ 08544-1008 Telephone: (609) 258-5361 Fax: (609) 258-1242

 

DİPNOTLAR:

[1]: Nurettin Ceylan; Karanlık Yalanlar Sona Eriyor, Gerçeğin Aynasında Bediüzzaman, Nesil Yayıları, 2016, s.27-37.

[2]: M. Şükrü Hanioğlu; Abdullah Cevdet, TDV İslâm Ansiklopedisi, cilt: 01; sayfa: 91, 92.

[3]: “Nutuk”, Bedîüzzamân’ın kitap olarak basılan ilk eseridir. Kütübhâne-i İctihâd sâhibi Kürdîzâde Ahmed Râmiz tarafından İstanbul’da, İkbâl-i Millet Matbaası’nda 1326/1324 (1908/1909) bastırılmıştır… 29 sayfa olup, kısa bir “İfâde-i Merâm” ve 7 makāleden ibârettir:

“İfâde-i Merâm [s.3]

Kader bana Türkce’yi az vermiş.. Hattı hiç vermemiş.

Dilim kalbim lisânı iyi anlamıyor ki, iyi tercümanlık etsin.

Hem de derin yerden çıkarıyor ma‘nâyı.. Ba‘z[ı] hakīkat

parçalanır. Sizin fehm ve dikkatiniz bana yardım etsin.

Münşî; Bedîüzzamân-ı Kürdî”

Makāleler:

1- Dağ Meyvesi Acı da Olsa devâdır, Ammâ Hazmı Sakīl / Hürriyet’e Hitâb (s.4-17) / Meşhur Kürd Hoca.

2- Prens Sabâhaddin Beyin Sû-i Telakkī Olunan Güzel Fikrine Cevâb (s.17-19) / Sa’îd.

3- İstanbul’da Kürdlere Edilen telkīnât (s.19-20) / Sa’îd.

4- Herkes Vazîfesini Bilmeli, Sû-i İsti‘mâl Etmemeli (s.20-22) / Sa’îd.

5- Niyâzî Beye (s.22) / Sa’îd.

6- Kürdistan Ulemâ ve Meşâyih ve Rüesâ ve Efrâdına Meşrûtiyete Dâir Telkīnâtdır (s.22-24) / Bedîüzzamân.

7- Benim Gibi Bir Asabî ve Sinirli ve Hakīkati Hiçbir Şey’e Fedâ Etmeyen (…) (s.24-29) / Meşhur Molla Sa’îd. 

[4]: M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, 1981, s.315. (Bkz: Nurettin Ceylan; age, 2016, s.27-28.)  

[5]: Kürdîzâde Ahmed Râmiz: https://kurdistaninnartaneleri.de.tl/K.ue.rdZadeAhmedRamiz.htm  (Erişim Târîhi: 20.12.2018).

[6]: Eserin dış kapaktaki adı, Bedîüzzamân-ı Kürdî’nin Nutukları” iken, iç kapakta “Nutuk” olmuş. Bir adı da, “Bedîüzzamân’ın Birinci Nutku”.. Üçü de nâşir Ahmed Râmiz Efendiye âit..

Başka değişiklikler de var.. Târih değişikliği (1324/1326), Rûmî/Hicrî farklılığından kaynaklanıyor olmalı(?)..

[7]: Bediüzzamân’ın Muhâkemât* eserinde de A. Cevdet’in bir dörtlüğü bulunuyor (1906 Mısır baskısında bulamadım!) :

Bizim [Bir Kürd]**demiştir:

                Her zerrede temâyül ayândır tekâmüle

                Her soyda füyûz-ı hüveydâ-nümâ ile

                Bir nokta-i kemâle şitâb üzre kâinât,

                Ol noktaya teveccüh ile yükselir hayât.

                                                               – Kahriyyât-

*: Bedîüzzamân; Muhâkemât, Kostantiniyye, Matbaa-i Ebuzziyâ, 1327, s.17.

**: “Bir Kürd” A. Cevdet’in bâzı yazılarında kullandığı takma adlardan biridir. (M. Şükrü Hanioğlu; Abdullah Cevdet, İslâm Ansiklopedisi, TDV, c: 01, s. 90-93.)   

[8]: Sa‘îd-i Kürdî; “İki Mekteb-i Musîbetin Şehâdetnâmesi yâhûd Dîvân-ı Harb-i Örfî ve Sa‘îd-i Kürdî”, Artin Asadoryan ve Mahdumları Matbaası, İkinci Tab‘, İstanbul, [Hicî]1328 [1910].

Fotokopi nüshada iç kapakdan sonraki gibi görünen sayfada, “Kütübhâne-i İctihâd”ın yer değişikliği ve satılan eserlerin listesi hakkında bilgi verilmiş:

“Kütübhâne-i İctihâd”

Bâb-ı Âlî Caddesinde (Zaman) Kütübhânesine nakl olunmuştur. Üstâd-ı Muhterem Doktor Abdullah Cevdet ve Şerefüddin Beğlerin Âsârı orada satıldığı gibi bervech-i âtî kitabların merci‘-i yegânesi yine kütübhâne-i mezkûredir.

Bedîüzzamân’ın Birinci Nutku, Emir Bedirhan, Küdce Mevlid-i Şerîf, Kürdce Elifbâ, Kürdce sarf-nahv, Tefsîr-i evâmîr-nevâhî veyâhud Fütühât-ı Rabbânî Arabca, Yıldız Mahkemesi, Cidâl, Pendnâme-i Şeyh Sa‘dî, Dünyâda Müslümanların Hâli, Bâb-ı Âlî’nin İçyüzü, İhtilâl Fırkaları, Tehlikenin Büyüğü, Şükûfe–i Târîhiye. [Son kısım silik olduğundan yanlış okumuş olabilirim / B. T.]

-Adresim-

Bâb-ı Âlî Caddesinde Kütübhâne-i Zamân vâsıtasıyle Kürdîzâde Ahmed Râmiz.

 

  

 

 

 

Bir yanıt yazın