Yayıncılıkta tashihin öneminden ve Üstadın gerek Kur’ân harfleriyle yazılıp elle çoğaltılan, gerekse yeni harflerle matbaalarda basılan risalelerin tashihine çok dikkat ettiğinden, hattâ son günlerine kadar tashihle meşguliyete devam edip, başka herşeye tercihan bu işe ehemmiyet verdiğinden söz etmiştik.
Eserlerde buna dair çok geniş ve detaylı bilgiler, güzel örnekler var. Meselâ onlardan biri, Üstadın elle çoğaltılan eserleri tashih ederken, tashihli orijinaline bakma ihtiyacı duymadan, en küçük bir harf veya kelime hatasını dahi fark ederek gerekli düzeltmeleri yapması ve tashih ettiği her kitabın sonuna bir dua cümlesi yazması.
Tarihçe-i Hayat’ın Barla ve Emirdağ hayatı kısımlarında konuya dair verilen bilgilerde, Üstadın bahar ve yaz aylarında teneffüs, tenezzüh ve tefekkür için çıktığı kırlarda da çoğu zaman tashihatla meşgul olduğu belirtiliyor (s. 355 ve 708).
Eserlerin yeni harflerle basılmaya başlanmasından sonra ise, kendisine getirilen formaları okutup, aslından takip ederek tashihini yapıyor.
Bayram Yüksel başta olmak üzere yakın hizmetinde bulunan talebelerinin hatıralarında, kıra çıktıklarında Üstadın birden “Çabuk geri dönelim” demesi üzerine döndüklerine ve yeni basılmış formalarla kapıda beklemekte olan bir Nur talebesini gördüklerine dair birçok vak’a var.
Üstad bu konuya niye bu kadar önem verdiğini bir mektubunda “Hakikaten tashih meselesi ehemmiyetlidir” dedikten sonra şöyle izah ediyor:
“Bazan bir harfin ve bir noktanın yanlışı, kıymetli bir mânâyı zayi eder.” (Emirdağ L., s. 260)
Devamında da şu tavsiyelerde bulunuyor:
“En evvel yazanlar, bir kere güzelce mukabele etsinler. Sonra tashihçi adamlara ve bana versinler. Mâşaallah, bu defa bana gelen Asâ-yı Mûsâ mecmualarında hem yanlışlar azdır, hem bir derece tashih edilmiş. Cenab-ı Hak hem yazanlardan, hem tashihçilerden ebeden razı olsun.”
Bu ifadelerde, hem eserlerini yazan talebelerine, yazdıkları risaleleri önce kendilerinin tashihten geçirmelerini, sonra bu işte daha tecrübeli ve mütehassıs olanlara ve kendisine intikal ettirmelerini tavsiye ederek, teşvikkâr mesajlar veriyor.
Kastamonu’da bir gezi esnasında ciddî bir kaza geçirerek yatağa düşmesinin hikmetlerinden birini de tashih meselesinin önemiyle açıklıyor:
“Bu mevsimde dağlarda, bağlardaki güzel sanat-ı İlâhiyeyi temâşâ zevki, o tashihteki zevkime galebe ediyordu. Bu yeni musibetteki mütemadiyen kendini ihsas eden (hissettiren) hastalık, kemal-i zevk ve şevkle, Hz. Eyyûb Aleyhisselâmın Lem’asıyla Hastalık Lem’asını, her nüshada yeniden görüyorum gibi okuyup, tashih ediyorum. Kat’iyen şüphem kalmadı ki, o zahmetli hastalık, rahmetli vazife-i Nuriye için verilmiş.
“Gerçi harekâtımızda namaz ve abdestte sıkıntı veriyor, fakat hastalıkla ubudiyet, muzaaf (kat kat) sevabı olduğu gibi, bu tashihat-ı vazife-i Nuriyedeki zevk, o sıkıntıları hiçe indirdi.”
Okuma ve tashihten, abdest ve namaza sıkıntı verecek derecede şiddetli bir ıztırabı dahi unutturacak bir manevî haz ve lezzeti alabilmek…
Ne dersiniz; biz bu hissiyatın neresindeyiz?
Kastamonu Lâhikasında bu ifadelerin geçtiği mektupta yer alan “Ben tashihatta gerçi usanmıyordum. Her tashihte yine zevk alıp istifade etmek, bir âdetimdi. Bazı çok zevk alıyordum” cümleleri de, Üstadın tashihi teknik ve rutin bir iş değil, her okuyuşunda istifadesini ziyadeleştiren bir meşguliyet saydığını gösteriyor (s. 373-4)
Mektuplarda, konuya farklı boyutlar getiren başka lâtif anekdotlar da var. Üstadın, çocuk ve ümmî ihtiyarların acemice yazılarının tashihinde çektiği zahmeti anlatırken, “Hatırıma geldi ve manen denildi ki, bunların yazıları çabuk okunmadığından, Risale-i Nur’un gıda ve taam hükmündeki hakikatlerinden hem akıl, hem kalp, hem ruh, hem nefis, hem his hisselerini alabilirler” (Tarihçe, s. 494) dediği lâhika onlardan biri.
Tashih, böyle incelikleri de olan bir vazife…
Kâzım Güleçyüz
Yeni Asya Gazetesi, 27 Haziran 2010.