SİTEM SİTEM ÜSTÜNE / Tacettin Şimşek

 

SİTEM SİTEM ÜSTÜNE 

(Müstensihe / Kâtibe , Mürettibe / Dizgiciye)

 

Öyle hatalar vardır ki affı zordur. Ancak affetmenin büyüklük olduğu gerçeğiyle tanışmak, söz konusu hataların affını mümkün kılabilir.

Bizden kaynaklanan hatalar kadar, bizim irademiz dışında meydana gelen yanlışlar da vardır. Her ikisi de bizi doğrudan ilgilendirir. Bizden kaynaklananlar için özür ve tövbe kapısı açıktır. Dışımızdakiler için’se sitem oklarımız tetikte durur.

Gözden kaçabilecek, herkeste rastlanabilecek hatalar hoş görülebilir. “Teknik hata” deyip geçilebilecek aksaklıklar belki o kadar önemli değildir. En eskilerin müstensih, matbaanın icadından sonrakilerin mürettip diye tanımladıkları, günümüzde ise dizgici olarak anılan meslek erbabının yaptığı yanlışlar, dikkatsizlik, özensizlik, göz yanılması gibi sebeplerle meydana gelen istenmedik durumlardır. Bilgisayarın yaygınlaşması, neredeyse her yazarın aynı zamanda mürettip/dizgici olması, söz konusu hataları en aza indirgeme konusunda şüphesiz bir avantaj sağlamıştır. Ama yazar da sonuçta insandır ve hatadan arınmış değildir. O da hata yapabilir. Öyleyse hep hatalar yapıp her defasında da “Hatasız kul olmaz / Hatamla sev beni” diye arabesk şarkılar mı söylemeli? Şaka bir yana, tarih boyunca eli kalem tutan yazar ve şair takımından insanların müstensihten, mürettipten çektiğini kimse çekmemiştir. Düşünür müsünüz lütfen, yazdığınız bir metnin sizin kastettiğinizin dışında bir tarzda karşınıza çıktığını. Bir olumsuzluk ekini ihmal etmenin nelere mal olabileceğini? Örneğin siz, “İnsan, şeytana köle olmamalıdır.” diye bir cümle kuruyorsunuz. Açıp bakıyorsunuz ki, dergi sayfasında cümleniz “İnsan şeytana köle olmalıdır” biçiminde çıkmış. Ne yapmalı? Bir sonraki sayıda düzeltme imkânı var hiç olmazsa. Ama nasıl? Dizgiciye sitem etmekten başka ne gelir elinizden?

Bu vesileyle edebiyat tarihinden birkaç sitem örneği hatırlayalım.

 

1-Hata Değil Savap

 

Dr. Abdullah Cevdet (1869-1932) ile şair Süleyman Nazif’in (1870-1927) yıldızları barışık değildir. Bir gün Babıâli yokuşunda karşılaşırlar. Abdullah Cevdet’in yüz hatları gerilmiştir. Öfke içindedir.

Süleyman Nazif, Abdullah Cevdet’e,

“Hayırdır,” der, “bu ne hâl?”

“Aman üstad” der, Abdullah Cevdet, “hiç sorma! Şiirimdeki ‘Ben bu milletin öksüzüyüm’ mısraı, mecmuada ‘Ben bu milletin öküzüyüm’ şeklinde çıkmış. Bu bir felâket! Bir hata-yı mürettip (dizgici hatası).”

Süleyman Nazif hafifçe gülümser.

“Hayır,” der, “sizin yanlışınız var. Bu bir hata-yı mürettip değil, savâb-ı mürettip.”

 

2-Kâtibin Eli Kurusun

 

Fuzulî’nin “göz” kelimesini “kör” yazan müstensihe sitemden öte bedduasını bilirsiniz. Edebiyat tarihindeki en ünlü örnektir.

Fuzulî, Divan’ının mukaddimesinde (ön söz) “ehl-i fesad” diye nitelediği “üç taife-i bed-nihad”dan (kötü yaratılışlı üç gruptan) Allah’a sığınır.

Gruplardan biri, eda (söyleyiş) yoksunu şairlerdir. Meclis ve mahfillerde yetenekli olduklarını iddia ederler ve şiir okurlar. Nazımları nesirlerinden ayırt edilmez.

Bir diğer grupta yer alanlar da şairlik dava ederler ama şiirin inceliklerine vakıf değildirler. Şiir söyler gibidirler, ancak sözün gerçeğini bulamazlar.

Bir grup da, kabiliyetsiz kâtiplerdir. Cahil oldukları için, muhalif yazan kalemleriyle “gâh bir nokta ile ‘muhabbet’i ‘mihnet’ gösterir ve gâh bir harf ile ‘ni’met’i ‘nikmet’ okutur”lar.

Fuzulî bu grup için Arapça, Türkçe ve Farsça bir bedduayı şöyle nazmeder:

 

Arabî

Tebbet yedâ kâtibin levlâhu mâharibet

Ma’müretin ussiset bi’l-ilmi ve’l-edebi

Erdâ mine’l-hamri fî ifsâdi nüshatihi

Yestazhirü’l-aybe tayiren mine’l-nebi

 

Farsça

Bâd ser-geşte besân-ı kalem ân bî-ser ü pâ

Ki büved tîşe-i bunyân-ı maârif kalemeş

Ziynet-i sûret-i lafzest hateş leyk çi sûd

Perde-i şâhid-i ma’nist sevâd-ı rakemeş

 

Türkçe

Kalem olsun eli ol kâtib-i bed-tahrîrin

Ki fesâd-ı rakamı sûrumuzu şûr eyler

Geh bir harf sukûtiyle kılar nâdiri nâr

Geh bir nokta kusûriyle gözü kûr [kör] eyler.

(O kötü yazan katibin eli kurusun. Ki bir işareti yanlış koyunca “sûr” [şenlik, düğün, ziyafet] kelimemizi “şûr” [tuzlu, kekremsi, gürültü, şamata] yapar. Bazen bir harfi düşürüp “nâdir” [az] kelimemizi “nâr”a [ateş] dönüştürür. Bazen de bir noktayı unutup, “göz”ümüzü “kör” eder.)

Görüldüğü gibi Fuzulî’nin yakındığı kâtip “sûr” [سور] kelimesini yazarken baştaki “sin” harfine nokta koyarak “şın” şeklinde yazmakta, böylece kelime, “şûr” [شور] hâlini almaktadır. (Türkiye Türkçesinde bazı yöre ağızlarında “çok tuzlu” anlamında kullanılan “şor” kelimesi buradan gelmektedir.) Böylece metnin anlamı da değişmekte; “düğün, şenlik” anlamı, yerini “tuzlu, kekremsi” anlamına bırakmaktadır. Yine “nâdir” [نادر] kelimesinden “dal” [ د ] harfini düşürdüğünde geriye “nâr” [نار ] kelimesi kalmaktadır. Dolayısıyla şairin kastettiği “az” anlamı, “ateş”e dönüşmektedir. Müstensih “göz” [كوز] kelimesindeki “ze” [ ز ] harfinin noktasını koymayı unutunca da, “göz” [ كوز ] kelimesi “kör” [ كور ] şekline dönüşmektedir.

NOT: 

“Eli kalem olsun”(Eli kurusun) ifadesi, Kur’an’da 111. sûre olan Tebbet sûresinin ilk âyetinde geçer: “Tebbet yedâ Ebî Lehebin ve tebb” (Ebû Leheb’in iki eli kurusun! Kurudu da.) Bedduanın sebebi, Ebû Leheb’in eziyet etmek amacıyla Hazreti Peygamberin yoluna gizlice diken koymasıdır.

Fuzûlî’nin dörtlüğünün Arapçasına bakıldığında Kur’an’daki ifadenin aynısı görülür: “Tebbet yedâ”(Eli kurusun). Burada Ebû Leheb’in yerini kâtip almıştır. Bir bakıma îma yoluyla Ebû Leheb ve kâtip arasında benzerlik kurulmaktadır.

Zavallı kâtip! Fuzûlî’nin bedduasını aldığı için!

Şanslı kâtip! Fuzûlî gibi bir şiir dehasının şiirine girebildiği için!

 

3-Emrah Emrah Üstüne

Bayrak şairimiz Arif Nihat Asya da şiir seslendirme ile dizgi hatası arasında ilişki kurar ve Emrah Emrah Üstüne adlı yazısında şunları yazar:

Hocam [Namık Kemal’in oğlu] Ali Ekrem [Bolayır] rahmetlik, bir gün fena halde kızmıştı:

-Babamın devini cüce yaptılar, diyor, başka bir şey demiyordu.

Neden sonra mesele anlaşıldı:

Birisi Namık Kemal’in

Kahr-ı Hak bir dîv halketmiş esaret namına

mısraının ortasındaki “î” ile ve uzun [dîîv şeklinde] okunacak kelimeyi kısaca “dev” diye okuyarak cüceleştirmişlerdi.

***

Necip Fazıl şöhretinin ilk yıllarında “Çan Sesi” şiirini bir mecliste Faruk Nafiz’e vermiş; o da şiirin ancak

Dannn dannn dannn çalardı çanlar,

Dannn dannn dannn çaldı çanlar

diye okununca değerlenen mısralarındaki “dan dan”ı sıklaştırıp kısaltarak okumuştur. Küplere binen Necip Fazıl:

-Benim çanımı kapı zili zannetti, diyordu.

***

Bir edebiyat öğretmeni, Şeyhî’nin Harnâme’sini müzakere ediyordu. Çocuklardan biri:

Boynuzu bazısının ay gibi

Kiminin halka halka yay gibi

beytinde uzun okunması gereken (ay) ve (yay) kelimelerini konuşma dilinde olduğu gibi kısa okudu.

Öğretmen,

-Oğlum, dedi, o öküzler buzağı değildi. Boynuzları senin dediğinden daha uzundu.

***

Son günlerde bir kitap çıkarıldı. İçinde benim de iki şiirim var. Bunlardan “Selimler” şiirinin, Yavuz’u kasdeden

“Biri dikti Ehram Ehram üstüne” mısraı

“Biri dikti Emrah Emrah üstüne” olmuş.

Düşündüm: Sövsem bir türlü, dövsem bir türlü. Fakat “yâ sabûr!” çektikten sonra kendi kendime dedim ki:

Bir yanlış okuyuşta Namık Kemal’in “dev”i cüce; Necip Fazıl’ın çanı, kapı zili; Şeyhî’nin öküzleri buzağı olduktan sonra bir yanlış baskıda da Selim’in Ehramları Emrah oluversin

Her şair, Arif Nihat Asya gibi “yâ sabûr!” deyip olayı sineye çekmez ki!

 

4-Kâfirleri (Pardon) Şairleri Varmış

Fuzulî’nin sitem ettiği müstensih hatasına benzer bir mürettip hatası örneğine de 1970’li yıllarda rastlanır. Söz konusu örnek, Fuzulî’nin dörtlüğüne telmih de taşır.

Yetmişli-seksenli yılların aruzu ustalıkla kullanan şairi Ekrem Kılıç’ın, Haftalık Kültür Gazetesi Elif’te uzunca bir şiiri yayımlanır. İki sayı devam eden şiir, mizahî üslûpla kaleme alınmış bir güzellemedir.

“Bû şehre ki Batman dinilür hayli zamandur;

Mânâ bu ki: Bir kez batanun hâli yamandur.”

mısralarıyla başlayan şiir Batman şehri için yazılmış bir kasidedir. 41 beyitten oluşan ve aruzun “mef’ûlü mefâîlü mefâîlü feûlün” kalıbıyla kaleme alınan şiirde dizgi hatalarının çokluğu dikkati çeker. Vezinden yola çıkarak metindeki birçok dizgi hatasını tespit etmek mümkündür. Meselâ;

Şöhretli yok, meczubu bol, işsizi çoktur;

Herkeste siyaset; ne vekildür ne bakandur”  

beytinin ilk kelimesindeki bir hece eksiğe bakarak söz konusu kelimenin “Şöhretlisi” olması gerektiğini tespit etmek gibi.

Ancak şiirde başka vahim dizgi hataları da göze çarpmaktadır. Bunu, Elif’in dört hafta sonraki sayısında Ekrem Kılıç imzasıyla yayımlanan bir dörtlükten öğreniyoruz. Dörtlükte şair, mürettibe olan sitemini dile getirmektedir.

Şairin dörtlüğe iliştirdiği notta şunları okuyoruz:

“41, 42 numaralı Elif’te neşrolunan ‘Batman Şehrine Kaside’yi çok hatalı ve ‘Şairleri varmış!’ diye başlayan mısraı ‘Kâfirleri varmış!’ şeklinde dizen muhterem mürettip kardeşime, bu nazmı yanlış dizmemesi ricasiyle.”

Nazmım size bir gün yine olmuştu misafir,

Hoşçaydı; şu, tertipte hatâ olmasa vâfir.

Mâzîdeki müstensihe rahmetler okuttun;

Bâri, ‘göz’ü kör etti o; sen, ‘şâir’i, kâfir!…

(Şiirim bir gün yine size misafir olmuştu. Eğer dizgide çok fazla hata olmasaydı çok hoş olacaktı. [Ey mürettip!] Sen geçmişteki müstensihe rahmetler okuttun. Hiç olmazsa o “göz”ü “kör” etmişti, ama sen “şair”i “kâfir” ettin.)

Dörtlükte Fuzulî’nin “bir nokta kusuriyle gözü kûr eyle”yen kâtibine telmihte bulunulduğu açıktır. Dönüp şiire baktığımızda, şairin sitemine konu olan ve “Şairleri varmış!” olması gerekirken “Kâfirleri varmış” şeklinde dizilen beyti okuyoruz:

“Kâfirleri varmış!” diyerek eyleme hayret:

Sen Batman’ı hor görme ki menbâ-ı sühandır.”

(Kâfirleri varmış diyerek şaşırma! Batman’ı sakın hor görme, çünkü Batman sözün kaynağıdır.)

Gariptir: Şairin, “yanlış dizmemesi ricasıyla” mürettibe bir uyarı iliştirdiği dörtlüğün ikinci dizesinde de bir dizgi hatası vardır. “Hoşçaydı” diye düzelterek yazdığımız kelime, dizgicinin elinden “Hoşçaydt” şeklinde çıkmıştır. Ekrem Kılıç’ın bu hatayı düzeltmesi için de dizgiciye bir sitem göndermesi gerekmiştir ama şair göndermiş midir, bilinmez.

 

Son söz

 

Kâtibe beddua yok artık. Mürettibe siteme paydos! Bilgisayar sayesinde herkes kendisinin mürettibi/dizgicisi olduktan sonra müstensihe/musahhihe/mürettibe/dizgiciye sitem de tarihe karışmış oluyor. Herkesin hatası da kendine, sitemi de.

Kâtipler, müstensihler, mürettipler rahat uyuyabilirler artık.

 

Yrd. Doç. Dr. Tacettin ŞİMŞEK

Ata. Üni. K.K. Eğt. Fak. Türkçe Böl. Öğr. Üyesi

 

KAYNAKLAR:

  1. Fuzulî Divanı, (Haz.: Kenan Akyüz, Süheyl Beken, Sedit Yüksel, Müjgân Cumbur), Ankara: Akçağ Yay., 1990: 18
  2. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meâli, Ankara: TDV Yay., 1993: 601
  3. Fuzulî Divanı, s.18
  4. Arif Nihat Asya: Kubbeler. İstanbul: Ötüken Yay., 1976: 148-149
  5. Ekrem Kılıç, Kaside-i Fahriyye Der Medh-i Şehr-i Batman (Batman Şehrine Kaside), Elif, 1977; 41:2; Elif 1977; 42:4
  6. Ekrem Kılıç, Sitem, Elif, 1978; 47: 4

 

 

Bir yanıt yazın